31 Aralık 2010 Cuma

Hızlandırılmış insan sarraflığı semineri istiyorum!


   Evet kardeşim yanlış algılamadanız n'olmuş istiyorum.İstekler ihtiyaçtan,ihtiyaçlar da eksiklikten doğar. Kürsü sahibi,işin erbabı herhangi bir eğitimci,mühendis,doktor,psikolog bilumum sosyologlara buradan duyurulur. Eğer edinilebilen bir yetenekse kat-i suretle ulaşmam icap ediyor da.

   Herkes gibi gözlemlerim insanları az çok.Anlamaya çalışırım karakterlerini,kendimce analiz ederim tutumlarını, davranışlarını.Gelgelelim ki şuana kadar çoğunlukla yanıldım.Belki de bazen önyargılı davranmamdan kaynaklanıyordur tam da kestiremiyorum.Elimden geldiğince de önyargılarımı dizginlemeye çalışırım aslında. Ama bilmiyorum işte bilemiyorum.İnsanlar çok kopleks varlıklar hem biyolojik hem psikolojik. Bu karmaşıklığı çözdüğünü sanmak ve sonunda da yanılmak gerçekten çok can sıkıcı. İşte bir neden daha kıramadağım belki de kırmak istemediğim o şeye.Artık kabuk mu kalkan mı zırh mı size bırakıyorum,içinizden ne geliyorsa.

   Belki,gereğinden fazla değer veriyorumdur insanlara,gereğinden az sürede.Ee sonra ne oluyor,bir dizi seviyeli muhabbetin akabinde çok kısa bir süre sonra patlak veriyor gerçek karakterterler,en cıvıklaşmışından. Sonra da saniyelik bir 'dumur oluş'u takiben,-hımm öyle mi,evet anlıyorum,sanırım,olabilir,bencede- gibi gereksiz sözler aracılığıyla konuşma hakkını tekrar sana gelmemesi üzere karşıya savmak geliyor.Bu insanları yargıladığım anlaşılmasın buradan,herkesin hayatta kendince doğruları ve değerleri vardır.Olmaması tuhaf zaten.Ama baştan belli edin kendinizi be kardeşim,yormayın beni artık,ben yaşlı bir adamım xD

   Şaka bir yana kendimi pek çok insandan daha hümanist görürüm ama bu hırs küpü,narsizm sarhoşu,dengesiz,tutarsız ve geveze tiplerle muhattap olmak çok sıkıcı.Gülünç olanı çoğunun bu durumun farkında olmaması,en acınası ise farkında olanların da hallerinden pek bir hoşnut olmaları...

   Neyse blogçuk kafanı şişirdim seninde yılbaşı günü şurada :)Eğer biryerlere yetişmen gerekiyorsa sorun değil kapanabilirsin,şarjın da bitebilir kim bilir şanslıysan elektrikler de kesilebilir belki :))) Yada dur ben bir kıyak geçeyim sana,haydi kaybol iyi seneler :D

15 Kasım 2010 Pazartesi

Olayı somutlaştırma çabası xD

   Evet bu soruyla yüzleşmek beni her ne kadar yorsada içimi dökmek istedim az biraz sevgili blog.Her ne kadar dışarıdan isteyerek yapıyormuşum gibi görünse de hiç te öyle olmadığını ben biliyorum ve sadece benim görebilmem de koymuyor değil bazen.
   Evet ders çalşıyorum,genel olarak çalışıyorum,hatta çok çalışıyorum,belki de yersiz çok çalışıyorum.Sadece çalışmıyorum o esnada aslında,aynı zamanda borcumu ödüyorum belki de o hisse kim bilir.Evet,evet o ta kendisi,sürekli kendini hatırlatan,her daim beyninin bir köşesinde en mutlu anında bile o yalpak yürüşüyle çıkagelen,kollarını bağlayıp adeta yüzsüzce hasap sorarcasına dikiliveren o his.
   Liseye başladığım ilk gün tanıştım kendisiyle,belki de o da benim gibi birini arıyordu kim bilir,belki de yeni bir konakçı buldum diye havalara uçmuştur bir virüs gibi.En mutsuz olduğum,arkadaşlarımdan,sınıfımdan, okulumdan ayrılmak zorunda kaldığım o okula başlamak zorunda olduğum o gün.Dört yıl boyunca kah eğlendik kah güldük kah ağladık,her daim beraberdik.Okuldaki tek yoldaşımdı hatta bi aralar.Ben ona yaklaştıkça o da bana yaklaştı,beni mutlu etmesini de bildi genelde(aldığım yüksek notlarla),harlayan ateşi daha da alevlendirmesini de çok iyi biliyordu üstelik ne de olsa bir sürü yandaşı vardı etrafta -hocalar,akrabalar eş dost konu komşu ,aa napmış onun çocuğu nereyi kazanmış,bak gördün mü affferin ona tütütü maşallah.Bazı sefil beyinlilerde yok değil hani.- bak gördün mü kazanmamış,test çözmüyordu zaten, galiba konu eksiği de epey fazlaymış bak yine dersaneye gidecek yazık-.
   Aslında bu çar çöpten fazla hırslandığım söylenemez.Hatta belki de hiç hırslanmadım.Dediğim gibi belki de bizimkisi garip bir simbiyotik ilişkiydi.Karşılıklı fayda sağlıyorduk sürekli.Ben ders çalışarak onu onure ediyordum,o da bana yol arkadaşı oluyordu.
  Ama yıllar geçtikçe daha fazlasını istemeye başladı,hiç bir zaman yetinmesini bilmedi.Borcum kaldı mı diye de düşünüyorum ama bırak borcu üstüne kaç ikramiye yedi benden acaba..
   Sabrımın taştığının o da farkında bu aralar sanırım,ama diş göstermekten de vazgeçer sanmayın.
   Ne olursa olsun,onu yenmem lazım farkındayım ama hazır olmadığımın da farkındayım,yavaş yavaş kaleyi içten fethetmek lazım galiba,umarım kale başıma yıkılmaz ne diyim ........:)))
  

9 Ekim 2010 Cumartesi

Farklı kandan kardeşim'e

Sevgili blogçuğum yarın en kıymetli dostlarımdan birinin doğum günü :) Ne tuhaf değil mi hayat koskoca dört yıl boyunca aynı lisedeydik fakat muhabbetimiz bir arpa boyu yol almaktan acizdi sanki.Belki de biz farkında olmadan aramızdaki dostluk bağını güçlendiriyordu zaman kim bilir.Lise biteli iki yılı geçti neredeyse.Şu dünyada gerçek dostlara sahip olabilmek ne kadar da güzel ve erişilmesi zormuş...Geç te olsa anladım.
   Hayatındaki herşey hep hayallerini kurduğu gibi olsun. Tüm kalbimle bunu diliyorum onun için bu yıl.

   Doğum günün kutlu olsun "farklı kandan kardeşim" benim.

   Senin gibilerine çok ihtiyacı var bu dünyanın,bu ülkenin bizlerin.............. :)

   not:pastayı bulmak için de az uğraşmadım hani :D
  

24 Eylül 2010 Cuma

Sarmaya da ekşi çok yakışıyor

  Biraz önce ayıptır söylemesi koskoca bir tabak yaprak sarması yedim.E ne var bunda demeyin.Yaklaşık bir dört ay kadar oldu diyetteyim.Bu süre zarfında zafiyet geçirdiğim de sanılmasın bu sözlerden.Yaprak sarması da yemiştim ama hiç bu kadar doyduğumu hissetmemiştim sanırım :)

   Tencerenin kapağını açmamla mis gibi buharı solumam bir oldu.Sarmaların üzerindeki tabağı kaldırıp attıp hemen bir kenara :) İnce ince kesilmiş limonların arasından gülümseyiverdi sanki bana bir afacan.Sofranın kurulmasına dayanamadan attım hemen ağzıma cayır cayır bir tane.Bir oyana bir bu yana çevirdim soğusun diye. Baktım ki soğumaya niyeti yok çabucak yuttum.

   Daha sonra tabağımı doldurdum sarmalarla boş yer kalmayacak şekilde :) Tencerede pişen limonları oldum olası sevmem zaten.Limonun o cezbedici kokusu ateşle yok olup kekremsi bir tat bırakır geriye.Sarmaların yanına iki kaşık dolusu yoğurt koydum hemen.Üzerine de tam bir adet taze limonu sıktım.

   Evet tahmin edeceğiniz gibi baya bir ekşi oluyor ama napayım sarmaya da ekşi çok yakışıyor :D

Şahsım tarafından tanınmakta epey geç kalınmış yetenekler!

   Efenim bugün sizlere izniniz olursa tanımış olmaktan ve dinlemekten son derece haz aldığım bir müzik grubunu tanıtmak istiyorum.
   Sol yandada gördüğünüz üzere Epica,2003 yılında kurulan Hollanda kökenli senfonik metal grubudur.
   Grup,Mark Jansen'in(size göre en sağdaki) After Forever adlı gruptan ayrılmasıyla kurulmuştur. 2002'nin sonlarına doğru Helena Michaelsen (grubun eski vokalisti) gruptan ayrılınca yerine o sıra Jansen'in kız arkadaşı olan Simone Simons(en önde) gruba geçti.Grubun kadrosu gitarist Ad Sluijter,davulcu Jeroen Simons, basçı Yves Huts(arka sol) ve klavyeci Coen Janssen'in(en sol) katılmasıyla tamamlandı.

   "The Phantom Agony"(2003-2004)
    Burada öne çıkan parçalar;The Phantom Agony,Feint ve Cry For The Moon oldu.Albümde yer alan  Facade of Reality adlı şarkı 11 Eylül 2001 saldırıları hakkında yazılmıştı.

   "Cosign to Oblivion"(2005-2007)
    Bu albüm Maya Uygarlığı ve onların zaman sistemlerinden esinlenilerek oluşturulmuş.Öne çıkan parçalar arasında başı,Blank İnfinity(bloğuma adını veren parça),Solitary Ground ve Quietus çekiyor.
    Özellikle Solitary Ground hiç bıkmadan tekrar tekrar dinlenilesi bir parça.Simone'un kadife sesinin yumuşaklığı işliyor tüm bedeninize siz dalıp giderken...
   Blank İnfinity'i şahsen ayrı bir kategoriye sokmak geliyor içimden.Bu sınıfın sadece bir metal parçası olmadığı kesin.Heyhat,böylesi bir şarkının videosu bile olmaması çok üzücü.Tozlu cd raflarında,mp3 listelerinin sonlarında saklanmaması ümidiyle!
    2005 ve 2006'da ise Kuzey Amerika turuna çıkan grupta,farklı müzikal planlarından dolayı Jeroen Simons grubu bıraktı.Kısa bir süre sonra,God Dethroned adlı bir gruptan Arien Van Weesenbeek(ön sol) sadece 4.albümde yer almak üzere geçici olarak gruba katıldı.

   "The Divine Conspiracy"(2007-2009)
    4.albüm yayınlanmadan önce Never Enough single olarak satışa sunuldu.İlk klip te doğal olarak bu şarkıya çekildi.Simone ses rengini daha çeşitli kullanmış parçada.Önceki albümlerine göre biraz daha sert bir albümdür.
   2007 yılında Arien Van Weesenbeek kalıcı olarak artık Epica'nın bir üyesi olduğunu açıkladı.

   "Design Your Universe"(2009-günümüz)
    Albüm 16 Ekim 2009'da satışa sunuldu.Yeni gitarist Isaac Delahaye(arka orta) bu albümde gruba katıldı.
Albümün ilk teklisi Unleashed 25 Eylül 2009'da satışa sunuldu.Klibi de pek bir ilgimi çekmişti.İzlemeniz tavsiye ederim.Kısa film tadında az biraz :) Ha bu arada unutmadan şarkının klavye sololarında dikkat ediniz :)

  Simone'a denilecek pek bişey yok zaten.Mezzo soprano imzasını atmış her zamanki gibi..... :)
  
  

23 Eylül 2010 Perşembe

Anı mı ölümsüzleştiriyoruz kendimizi mi..?

      Durrrr!Çekme..!Bir dakika... Eller hemen saçlarla buluşuverir, üst başa şöyle el yordamıyla bir çeki düzen verilir,ardından olmazsa olmaz o yapmacık gülüşlerden bir adet yerleştirildimiydi tamamdır.Son olarak ta aradaki mesafe kapanır yanındaki kişiyle ilk olması gerekirken...
     
      Hayatta her alanda standartlar olmak zorunda mı? Bu kadar mı meraklıyız normal -kime göre normalse artık- olmaya?Bu kadar mı tutkunuz tabulara? Yoksa,yoksa burada da mı işimize geldiği gibi davranıyoruz?

   Neden insan hep fotoğraflarda mutlu çıkmak ister ki?Hep güzel,düzgün görünmek?Bırakın saçlarınız dağınık kalsın ya.Mutsuzsanız o gün gülmeyin,ne olur ki?Bir fotoğrafta da sırıtmamış olursunuz en fazla.Ağladıysanız eğer ne bileyim varsın rimeliniz aksın,varsın gözleriniz şiş çıksın.O gün de jöle sürmemiş saçları dikmemiş olun yine çekinin ama.

     Geçmişi hep mutlu anımsamak mı ister insan?Bence istememeli.Geçmiş,sevinciyle,özlemiyle, pişmanlığıyla,zaferiyle o insanın yanındadır her daim.Ve insan sadece mutlu günlerine değil istediğinde geçmişinin her anına dönebilmelidir.


   Son olarak;eğer mutluysanız da sonuna kadar gülmekten de gocunayım demeyin sakın.Korkmayın kimse otuz iki diş sırıtmış demez :) Dese de çok ta tın deyip geçip gidin yaa :)
   

İlaçmış gibi verilen fonksiyonsuz madde (:

      Geçen gün ALES denemesi çözerken rastladım zaht-ı muhteremlerine ilk defa.Nasıl diyeceksiniz,şöyle ki;ucu bucağı belli olmayan paragraf satırlarının birinde göz kaslarım fazlasıyla yorulmuş olacak ki,hızlı okumayı bırakıp metnin güzelliğine konsantre olmuşum.Bir de ne göreyim?Ahanda Placebo.


      Efenim Placebo türkçesiyle teselli ilacı (en beğendiğim ilk on ing-tür karşılıklardan biri olarak aldım:) ) farmakolojik olarak etkisiz fakat telkine dayalı olarak etkisini gösteren bir tür ilaçmış.Yani fiziksel olarak hiç bir etkisi olmamasına rağmen,hastanın 'bu ilaç işe yarayacak' teziyle iyileşmesine ön ayak oluyor bu bizim kerata.


      Araştırmalara göre,kurtulma olasılığı neredeyse hiç olmayan hastalar, bu placebo sayesinde hastalıklarından kurtulmuş.Özellikler tıbbi bilimlerin henüz tam anlamıyla baş edemedikleri kanser illetinde hastalar bu sayede,tedavi süreçlerine daha yüksek bir moralle asılmışlar.

   Placebo aynı zamanda hipokondriya(hastalık hastalığı) tedavisinde de son çare olarak kullanılmaktadır.

   Placebo tedavisi gören ve iyileşme gösteren kişilerde beynin 'prefnontal korteks' bölgesinin normal kişilere oranlara daha fazla çalışmaya başladığı görülmüş.Bu bölge duygularımızı ve kişiliğimizi oluşturmaktadır.